ictihad ~ اجتهاد
Lugat-ı Cudi - ictihad ~ اجتهاد maddesi. Sayfa: 27 - Sira: 15
Lugat-ı Cudi, İbrâhim Cûdî Efendi Sözlüğü; ictihad maddesi. osmanlıcada ictihad ne demek, ictihad anlamı manası, ictihad osmanlıca nasıl yazılır. Osmanlıca sözlükte ictihad hakkında bilgi. Arapça ictihad ne demek. Arapça osmanlıca sözlük. Farsçada ictihad anlamı
Lugat-ı Cudi - اجتهاد ictihad ne demek. osmanlıca yazılışı anlamı manası..
ictihad ~ اجتهاد güncel sözlüklerde anlamı:
iCTiHAD ::: Kudret ve kuvvetini tam kullanarak çalışmak. Gayret etmek. Çalışmak. * Anlayış. * Kanaat. * Fık: Şeriatın fer'î mes'elelerine âit hükümleri, İslâm müçtehidlerinin, usulüne uygun olarak, Kur'an ve Hadis-i Şeriflerden çıkarmaları ve bunun için tam gayret etmiş olmaları. Böyle içtihad eden zâtlara Müçtehid denir.(Mesail-i diniyeden olan içtihad kapısı, açıktır. Fakat, şu zamanda oraya girmeğe altı mâni vardır:Birincisi : Nasılki, kışta fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak hiç bir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasılki, büyük bir selin hücumunda tâmir için duvarlarda delikler açmak gark olmağa vesiledir. Öyle de: Şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecânibin istilâsı ânında ve bid'aların kesreti vaktinde ve dalâletin tahribatı hengâmında, içtihad namıyla kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp, duvarlarında muharriplerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak İslâmiyete cinâyettir...İkincisi : Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez. Çünki kat'i ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler, şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyâsına sarfetmek lâzım gelirken, İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârane yeni içtihadlar yapmak bid'atkârâne bir hıyânettir.Üçüncüsü : Her zamanın insanlarınca kıymetli addedilerek efkârı celbeden câzibedar bir metâ merguptur. Meselâ: Bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyâsetle iştigal ve dünya hayatını te'min etmektir. Selef-i sâlihin asrında ve o zaman çarşısında en mergup metâ, Hâlik-ı semâvat ve arzın marziyatlarını ve bizden arzularını kelâmından istinbat etmek ve nur-u Nübüvvet ve Kur'an ile kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak ve vesâilini elde etmek idi. Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlâhiyeyi bilmek ve öğrenmeğe müteveccih idi. Bunun için istidat ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahvâl ve vukuat ve muhâverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidatlar vücuda gelirdi.Şimdi ise, fikir ve kalblerin teşettütü, inâyet ve himmetlerin zâfiyeti, insanların siyaset ve felsefeye iptilâ ve rağbetleri yüzünden bütün istidatlar fünun-u hâzıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir. Ahkâm-ı diniyeye sarfedilecek müstakim bir içtihad yoktur.Dördüncüsü : İçtihad kapısından İslâmiyete girip mesâilini genişlendirmeğe meyleden adamın maksadı, zaruriyata imtisal ile takva ve kemale mazhariyet ise güzeldir. Amma zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı uhreviyeye tercih eden adam ise, onun içtihada meyli, meyl-üt-tahribdir. Tekliften çıkıp kaçmak için bir yol bulmaktır.Beşincisi : Her şeyin, her hükmün vücuda gelmesi bir illete binaen olduğu gibi, bir maslahata dahi tâbidir. Fakat maslahat illet değildir. Ancak tercih edici bir hikmettir. Bu zamanın efkârı, bizzat saadet-i dünyaya müteveccihtir. Şeriatın nazarı ise, bizzat saadet-i uhreviyeye müteveccih olup, bittabi dünyaya da nâzırdır. Çünki, dünya âhirete vesiledir.Umumi bir beliyye olan ve nâsın ona müptelâ olduğu çok işler vardır ki zaruriyattan olmuştur. O gibi işler su-i ihtiyar ile gayr-i meşru meyillerden doğmuş olduklarından, mahzuratı ibâhe eden zaruriyattan değildir. Ve ruhsat ve müsaade-i şer'iyenin şümulüne dâhil olamazlar. Meselâ: Bir adam su-i ihtiyâriyle haram bir tarzda kendini sarhoş etse, hâl-i sekirde yaptığı tasarrufatta mâzur olamaz. Bu zamanda bu gibi içtihadlar, semavî değil ancak arzî içtihadlardır. Bu gibi içtihadlar ile Hâlik-ı Semavat ve Arz'ın hükümlerinde yapılan tasarrufat merduttur.Meselâ : Bazı gafiller, hutbenin Türkçe okunmasını istihsan ediyorlar ki, halkın bilhassa siyasî ahvalden haberleri olsun. Halbuki bu gibi ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytani fikirlerden hâli değildir. Hutbe makamı ise, ahkâm-ı İlâhiyenin tebliği için ittihaz edilmiş bir makamdır.Sual : Avâm-ı nâs Arabiden haberdar değildir, fehmedemez?Cevap : Avâm-ı nâs, zaruriyat ve müsellemat-ı diniyeye muhtaçtır. Ve hutbe makamı da bu gibi hükümlerin tebliği içindir. Bu hükümler kisve-i Arabiye içinde tafsilen değilse de icmalen avâm-ı nâsa mâlum ve mâruftur. Maahaza lisan-ı Arabda bulunan şehamet, yükseklik, meziyet, satvet diğer lisanlarda yoktur... M.N.)
ictihâd ::: (a. i. cehd'den.) : 1) gücü, kuvveti yettiği kadar çalışma. 2) fıkıh'da yeditûlâ sahibi büyük din âlimlerinin Kur'ân-ı Kerim ve ahâdis-i nebeviyyeye müsteniden vaz' ettikleri şer'î düstur. 3) bir kimsenin, bir şeyden mânâ ve hüküm çıkararak, o iş hakkındaki fikri, görüşü. 4) sosy. * inan.
ictihâd ::: âyet ve hadîslerden hüküm çıkarma, içtihat.
iCTiHaD ::: Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazret-i Muâz bin Cebel'i, Yemen'e hâkim olarak gönderirken; "Orada nasıl hüküm edeceksin?" buyurunca; "Allahü teâlânın kitâbı ile" dedi. "Allah'ın kitâbında bulamazsan?" buyurdu. "Allah'ın Resûlünün sünneti ile" dedi. "Resûlullah'ın sünnetinde de bulamazsan?" buyurunca; "İctihâd ederek, anladığımla" dedi. Resûlullah efendimiz, mübârek elini Muâz'ın göğsüne koyup; "Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resûlünün resûlünü (elçisini), Resûlullah'ın rızâsına uygun eyledi" buyurdu. (Tirmizî, Ebû Dâvûd, Dârimî)
İsâbet etmiyen, yâni doğruyu bulamamış olan müctehide (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran kimseye) bir sevâb, doğruyu bulana iki veya on sevâb vardır. İki sevâbdan birincisi, ictihâd etmek sevâbıdır. İkincisi, doğruyu bulmak sevâbıdır. (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilen şeylerde, ictihâd edilemez. Nass (Kur'ân-ı kerîm ve sahih hadîs-i şerîf) bulunan yerde ictihâda izin yoktur. (İbn-i Nüceym, Hâdimî)
İslâm âlimlerinin söz birliği ile ve zarûrî olarak bildirilmiş olan, inanılacak ve yapılacak din bilgilerinde ictihâd yapmak câiz değildir. (Abdülganî Nablüsî)
Mezheb imâmlarının hepsi bir mes'ele ile karşılaştıklarında cevâbını, önce Kur'ân-ı kerîmde ararlardı. Kur'ân-ı kerîmde açıkça bulamazlarsa, hadîs-i şerîflerde ararlardı. Burada da bulamazlarsa, icmâ-ı ümmette ararlardı. İcmâda da bulamayınca, bu mes'eleye benziyen başka mes'elelerin, Kitâb (Kur'ân-ı kerîm), sünnet (hadîs-i şerîfler) ve icmâ'da bulunan cevâblarını esas alıp mukâyese ederek, ictihâd edip benzeri cevâbı bulurlardı. (İmâm-ı Şa'rânî)
Îsâ aleyhisselâm, kıyâmete yakın bir zamanda, gökten inerek, Muhammed aleyhisselâmın dînine göre hareket edecek ve Kur'ân-ı kerîmden hüküm çıkaracaktır. Îsâ aleyhisselâm gibi büyük bir peygamberin ictihâd ile çıkaracağı bütün hükümler, Hanefî mezhebindeki hükümlere benzeyecek yâni İmâm-ı a'zam'ın ictihâdına uygun olacaktır. (İmâm-ı Muhammed Pârisâ)
Her müctehidin (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlimin), kendi ictihâdıyla bulduğu bilgiye uygun iş yapması farzdır. (Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî)
Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişmiş arkadaşlarının) hepsi müctehîd olup, kendi ictihâdlarına uymaları farz idi. (Abdülvehhâb-ı Şa'rânî)
İctihâd, bir ibâdet yâni ehli olana Allahü teâlânın emri olduğundan, hiçbir müctehid başka bir müctehidin ictihâdına yanlış diyemez. Çünkü, her müctehide kendi ictihâdı haktır ve doğrudur. Meselâ İmâm-ı Şâfiî hazretleri, Hanefî mezhebinde olmadığı hâlde; "İmâm-ı a'zâm Ebû Hanîfe'nin ictihâdını beğenmeyene, Allahü teâlâ lânet etsin, yâni merhamet etmesin" buyurmuştur. (İbn-i Âbidîn)
İctihâd ve kıyâs bid'at değildir. Çünkü kıyâs ve ictihâd, nassların mânâsını ortaya çıkarır. Başka bir şeyi ortaya koymaz. (İmâm-ı Rabbânî)
iCTiHaD ::: Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazret-i Muâz bin Cebel'i, Yemen'e hâkim olarak gönderirken; "Orada nasıl hüküm edeceksin?" buyurunca; "Allahü teâlânın kitâbı ile" dedi. "Allah'ın kitâbında bulamazsan?" buyurdu. "Allah'ın Resûlünün sünneti ile" dedi. "Resûlullah'ın sünnetinde de bulamazsan?" buyurunca; "İctihâd ederek, anladığımla" dedi. Resûlullah efendimiz, mübârek elini Muâz'ın göğsüne koyup; "Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resûlünün resûlünü (elçisini), Resûlullah'ın rızâsına uygun eyledi" buyurdu. (Tirmizî, Ebû Dâvûd, Dârimî)
İsâbet etmiyen, yâni doğruyu bulamamış olan müctehide (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran kimseye) bir sevâb, doğruyu bulana iki veya on sevâb vardır. İki sevâbdan birincisi, ictihâd etmek sevâbıdır. İkincisi, doğruyu bulmak sevâbıdır. (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilen şeylerde, ictihâd edilemez. Nass (Kur'ân-ı kerîm ve sahih hadîs-i şerîf) bulunan yerde ictihâda izin yoktur. (İbn-i Nüceym, Hâdimî)
İslâm âlimlerinin söz birliği ile ve zarûrî olarak bildirilmiş olan, inanılacak ve yapılacak din bilgilerinde ictihâd yapmak câiz değildir. (Abdülganî Nablüsî)
Mezheb imâmlarının hepsi bir mes'ele ile karşılaştıklarında cevâbını, önce Kur'ân-ı kerîmde ararlardı. Kur'ân-ı kerîmde açıkça bulamazlarsa, hadîs-i şerîflerde ararlardı. Burada da bulamazlarsa, icmâ-ı ümmette ararlardı. İcmâda da bulamayınca, bu mes'eleye benziyen başka mes'elelerin, Kitâb (Kur'ân-ı kerîm), sünnet (hadîs-i şerîfler) ve icmâ'da bulunan cevâblarını esas alıp mukâyese ederek, ictihâd edip benzeri cevâbı bulurlardı. (İmâm-ı Şa'rânî)
Îsâ aleyhisselâm, kıyâmete yakın bir zamanda, gökten inerek, Muhammed aleyhisselâmın dînine göre hareket edecek ve Kur'ân-ı kerîmden hüküm çıkaracaktır. Îsâ aleyhisselâm gibi büyük bir peygamberin ictihâd ile çıkaracağı bütün hükümler, Hanefî mezhebindeki hükümlere benzeyecek yâni İmâm-ı a'zam'ın ictihâdına uygun olacaktır. (İmâm-ı Muhammed Pârisâ)
Her müctehidin (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlimin), kendi ictihâdıyla bulduğu bilgiye uygun iş yapması farzdır. (Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî)
Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişmiş arkadaşlarının) hepsi müctehîd olup, kendi ictihâdlarına uymaları farz idi. (Abdülvehhâb-ı Şa'rânî)
İctihâd, bir ibâdet yâni ehli olana Allahü teâlânın emri olduğundan, hiçbir müctehid başka bir müctehidin ictihâdına yanlış diyemez. Çünkü, her müctehide kendi ictihâdı haktır ve doğrudur. Meselâ İmâm-ı Şâfiî hazretleri, Hanefî mezhebinde olmadığı hâlde; "İmâm-ı a'zâm Ebû Hanîfe'nin ictihâdını beğenmeyene, Allahü teâlâ lânet etsin, yâni merhamet etmesin" buyurmuştur. (İbn-i Âbidîn)
İctihâd ve kıyâs bid'at değildir. Çünkü kıyâs ve ictihâd, nassların mânâsını ortaya çıkarır. Başka bir şeyi ortaya koymaz. (İmâm-ı Rabbânî)
ictihâd ::: çalışma , çabalama
ictihâd ::: çalışma
ictihâd ::: çabalama
ictihâd ::: görüş
ictihâd ::: dinî kaynaklar ışığında görüş bildirme
ictihâd ::: (a. i. cehd'den.) 1) gücü, kuvveti yettiği kadar çalışma. 2) fıkıh'da yeditûlâ sahibi büyük din âlimlerinin Kur'ân-ı Kerim ve ahâdis-i nebeviyyeye müsteniden vaz' ettikleri şer'î düstur. 3) bir kimsenin, bir şeyden mânâ ve hüküm çıkararak, o iş hakkındaki fikri, görüşü. 4) sosy. * inan.
İCTİHAD :::